Michelangelo’ya sardığım günlerdi. Hayatını okuyor ve eserlerini inceliyordum. Adamın öyle derin bir sanat kabiliyeti var ki içine girdikçe daha çok araştırmaya başladım. Sanırım gezi planlarımı biraz da bu araştırmalar şekillendiriyor. Konuya yoğunlaştıkça ve özümsedikçe olay mahallini görmek istiyorum. Sanki o zamanlarda yaşıyormuş gibi bir hisse kapılıyorum. Okuyup geçmek yok bende, ille görülecek. 🙂

Esasında, Michelangelo sevdası 1 yıl önce başlamıştı ve birkaç ay içerisinde kendimi ünlü “Davut” heykelinin karşısında, yerde oturmuş ağlarken bulmuştum. Nitekim İtalya yazımda, sadece bir akşamlığına gördüğüm Floransa’yı anlatırken daha detaylı bir yazıyı yazmak için biletler cebimde” demiştim. İşte o tarihlerde yaptığım kısa süreli bir Toscana gezisinin 2 gününü Floransa’ya ayırabilmiş, Vecchio Sarayı, Floransa Katedrali, Michelangelo tepesindeki gün batımı ve içerisinde orijinal “Davut” heykelinin de bulunduğu Galleria dell Accademia’yı gezip, ayrılmak zorunda kalmıştım. İçim yine buruktu, yine bir şeyler eksik kalmıştı. Detaylı bir yazı yazmam için daha çok yer görmeliydim fakat bitecek gibi değildi Floransa.

İşte tam da “Ah Floransa, vah Michelangelo, tüh Da Vinci diyerek, şehrin tarihini okuduğum ve içimde Floransa ateşinin yandığı günlerin birinde eve geldim. “Şöyle güzel bir film seyredeyim” diyerek bilgisayarı açtım. Üye olduğum platformun ana ekranında bir dizinin tanıtımı vardı. Yanlış mı görüyorum diyerek ekrana yaklaştım. Bir de ne göreyim, Floransa’yı Floransa yapan ünlü Medici ailesinin dizi filmi yapılmış. Hem de 2 sene olmuş da haberim yokmuş. Gözlerim yerinden fırladı. 😮

“Nasıl yani? Bütün gün Medici’lerin dünya sanatına katkılarını ve Floransa’yı okumuş biri olarak, akşamına bu ailenin hayatını mı seyredeceğim? Allahım bu bir mesaj mı?” diyerek oturdum dizinin başına. Benim gibi odaklanma sorunu olan biri, hiç kalkmadan bir sezonun 8 bölümünü seyretti. Sadece tuvalet molası vermişim ve yemek yemeyi bile unutmuşum. Ertesi gün 2. sezonunu ve daha ertesi gün 3. sezonunu… Tam anlamıyla esiri olmuştum. Size de şiddetle, ısrarla ve ricayla tavsiye ediyorum. Özellikle tarihi dizileri sevenler çok beğenecek. Kendilerine rakip olan aileler ve diğer şehirler ile giriştikleri mücadele, entrikalar ve ayakta kalma stratejileri çok güzel işlenmiş. Zor durumda kaldıkları dönemlerde bile sanatçılara sahip çıkıp, her türlü imkânı sağlamışlar. Muhakkak seyredin.

Medici: Masters of Florence- 3 sezon / 24 bölüm

Sonra ne oldu? Floransa’ya tekrar gitmek için bahane arayan bu adam ne yapmış olabilir? Önce okudu, sonra içselleştirdi, üstüne diziyi seyretti ve hemen uçak bileti bakmaya başladı. Tipik Terazi burcu davranış biçimidir bu. “Takımlamış olmak”. Diziyi seyrettikten birkaç gün sonra Medici ailesinin mezarları başında dua ediyordum. Artık Floransa yazısı yazılabilirdi… 🙂

Bu kadar girizgâh yeter diyerek Medici’lerin gölgesinde ve Michelangelo’nun ayak izlerinde Floransa’yı dolaşmaya başlayalım. Yolumuz uzun, göreceklerimiz çok...

San Lorenzo Bazilikası ve Medici Şapeli

Şehre ayak basar basmaz, bitişiğinde Medici Ailesinin mezarlarının da bulunduğu, onların aile kilisesi olan San Lorenzo Bazilikası’ndaydım. Bir an önce, Floransa’ya altın çağını yaşatmış olan Muhteşem Lorenzo’ya ve hain bir suikaste uğrayan Giuliano’ya gidip ağlayacağım ki dizinin finali tam anlamıyla yaşanmış olsun. Melankoli bu olsa gerek. 🙁

Bu şapeli ziyaret edenlerde tereddüt yaratan bir durum var. Çoğu turist bilmeden geziyor. Torununun ve oğlunun isim benzerlikleri ve onların Michelangelo heykelleri ile süslenmiş ihtişamlı mezarları karışıklığa sebep oluyor.

Fotoğraflardan da anlaşılacağı gibi adını tarihe altın harflerle kazıyan Muhteşem Lorenzo ve onun halk tarafından çok sevilen bahtsız kardeşi Giuliano’nun mezarları ikili olarak duvara gömülü ve çok sade. Düz bir duvarın önünde oldukları için orasının bir mezar olduğu anlaşılamıyor. Üstlerinde, Michelangelo‘nun Madonna ve Çocuk heykeli ile öğrencilerinin tamamladığı Aziz’lerin heykelleri var.

Michelangelo’nun, kendisini keşfeden ve sahip çıkan Muhteşem Lorenzo’nun değil de, onun torunu Lorenzo di Piero’nun ve oğlu Giuliano’nun mezarlarını birer sanat abidesi yapması biraz şaşırtıcı geliyor. Şapelin siparişini veren Muhteşem Lorenzo’nun bir diğer oğlu “Papa X. Leo” lakaplı Giovanni ve kardeşi Giuliano’nun oğlu “Papa VII. Clemens” lakaplı Giulio’dur. Fakat babalarının mezarını pek de ihtişamlı yaptıramamışlar. Ne yazık ki Michelangelo’nun çoğu işi gibi yarım kalmış.

Medici Ailesi

Bir aile bir şehri, bir şehir bir ülkeyi hatta bir kıtayı nasıl etkileyebilir sorusunun cevabı Floransa’dan geçmektedir.

  • Rönesans demek Floransa demek.
  • Floransa demek Medici demek.
  • Medici demek Michelangelo, Leonardo Da Vinci, Boticelli, Donatello, Raphael ve daha niceleri demek.

Kelime anlamı yeniden doğuş olan Rönesans ateşi, Floransa’dan tutuşmaya başlamış ve tüm Avrupa’ya yayılmış. Uzun yıllar boyunca dini kurallara göre yapılan sanat, yavaş yavaş tabuları yıkmaya başlamış, sanata ve sanatçıya özgür yaklaşım ön plana çıkmış.

15. yüzyılın ortalarında bankacı Medici ailesi, ellerindeki para ve nüfuz gücünü, aydın ve yenilikçi bir bakışla, sanat için harcamışlar. Bu sayede Floransa’nın ve dünya sanatının şekillenmesine sebep olarak tarihe derin bir iz bırakmış, içlerinden 3 tane Papa çıkartıp, soylarının tükenmesi sebebiyle 18.yüzyılı görememişlerdir. 1743 yılında son kalan kadın Medici üyesinin Floransa dışına çıkmaması kaydıyla miras bıraktığı eserler ile halen isimlerini yaşatmaktadırlar. UNESCO’nun dünya üzerindeki en kayda değer eserlerin yüzde 30’unun Floransa’da demesi boşuna değil. Saraylar, bahçeler, katedraller, müzeler, meydanlar, sokaklar sanat eseri ile dolu ve bunda Medici‘lerin payları çok büyük.

Bankacılık faaliyetlerine 1393 yılında Giovanni di Bicci de’Medici ile adım atmışlar. 1429 yılında Cosimo de’Medici ile (Eski Cosimo) Floransa’da söz sahibi olmaya başlayarak, 1469 da Lorenzo de’Medici (Muhteşem Lorenzo) ile siyasette olduğu kadar sanat ve bilimde de en parlak günlerini yaşamışlar, 1537 yılında I.Cosimo de’Medici ile ivmelerini sürdürüp, 1600’lü yıllarda yavaş yavaş sahneden çekilmişler.

Şehri yönetmede rekabet söz konusu olunca, bu durum sanat açısından da bir zenginlik oluşturmuş. Medici‘lerin rakiplerinden olan Strozzi, Pazzi, Albizzi gibi aileler bir yarış içine girmişler ve bu sayede sadece heykel ve resim değil, müzik, tiyatro ve opera gibi sanat dalları da Floransa’da yeşermiştir.

San Lorenzo meydanının köşesindeki Medici ailesinin evine gitmek için can atıyorum. Dizide sıkça görülen avlusunda dolanmam lâzım. 🙂

Medici Riccardi Sarayı (Palazzo Medici)

Büyük baba Cosimo de’Medici için yapılan bu saray, şu an Belediye binası olarak kullanılıyor. Bazı bölümleri müze olarak halka açık. Avlusu harika. Müze katına çıkarken sizi karşılayan Magi Şapeli’ndeki, Gozzoli tarafından yapılmış freskler, bir başyapıt olarak kabul ediliyor. Ailenin 550 yıl önce yaşadığı odalarda gezinmek harika bir duygu. Sanki birazdan yanlarına gidip sohbet edecek gibiyim. Eli boş gelmiş misafir gibi mahcubum ama bir şarkı okuyup, gönüllerini kazanabilirim…

Duomo meydanına gidip biraz soluklanalım. Bir sabah kahvesi iyi gider

Floransa Katedrali (Duomo) – Santa Maria del Fiore

Floransa’nın simgesi olan Duomo’nun yapımı 140 sene sürmüş. Doğal olarak bu sürede birkaç mimar görmüş. Ana yapı bittikten sonra, kubbenin yapımı için yarışma düzenlenmiş. Tüm Rönesans mimarisine örnek olacak bu muhteşem kubbenin mimarı Brunelleschi‘nin mezarı alt katta. Kubbenin tavanı, freskler, mozaikler ve katedralin mermer dış cephesi insanı çileden çıkarır. O yılların imkânları ile o mermerler nasıl getirilmiş, o motifler nasıl işlenmiş, akıl sır ermiyor. Önündeki Vaftizhane ve Çan Kulesi ayrı bir şaheser. Duomo meydanındaki banklardan birine oturup bu ihtişamlı yapıyı doya doya seyretmek gerek.

Duomo meydanından ayrılmak pek kolay değil fakat Michelangelo’nun ayak izlerinde dolaşan biri için daha yapacak çok iş var. Signoria meydanına uğrayıp Floransa’ya saygı duruşunda bulunalım ve yola devam edelim.

Signoria Meydanı – Piazza della Signoria

Floransa’da nereye giderseniz gidin, tekrar bu meydana gelirsiniz. Gecesi güzel, gündüzü güzel. Şöhreti dünyaya yayılmış bir açık hava müzesi. Eşi ve benzerinin olduğunu düşünmüyorum. Baktığınız her yer ünlü heykellerle dolu. Medici prenslerinin meydandaki törenleri izlemesi için yapılmış Lanzi Locası’nın merdivenlerine oturup, 500 yıllık heykellerin altında, içki-peynir-cips üçlemesiyle keyif yapmışlığım vardır, size de tavsiye olunur. “Eyyyy Floransa halkı….Kadehimi şerefinize kaldırıyorum…” 🙂

Palazzo Vecchio (Eski Saray)

Hazır Signoria meydanındayken Vecchio Sarayı’ndan bahsetmeden olmaz. Floransa, bir dönem hükümet konağı olarak kullanılan bu saraydan yönetilmiş. Medici ailesi de San Lorenzo’daki saraydan buraya taşınmış ve daha sonra Pitti sarayına geçmişler. Onun için eski saray denmiş. 500 üyesi bulunan konseyin adını alan büyük salonu görmek tarif edilemez bir duygu. Duvarların bir tarafını Leonardo Da Vinci, diğer tarafını Michelangelo resimlemiş. Tavan freskleri Vasari‘nin. Kaidelerin üzerindeki heykellerden biri Michelangelo‘nun Zafer Heykeli (The genius of Victory). Yani insanın kendini çimdiklemesi için bir sanatsever olmasına gerek yok. Da Vinci ve Michelangelo gibi pek sevişmeyen iki rakip bir salonda nasıl çalıştılar, biri bana anlatsın? Birbirleriyle karşılaşmadan farklı zamanlarda diyenlerinizi duyar gibiyim. Sonradan gelen acaba göz ucuyla ilk yapanın işlemelerine bakmış mıdır? İlk yapan acaba diğeri tarafından geçilebileceği huzursuzluğunu yaşamış mıdır?

Ponte Vecchio (Eski köprü)

Floransa fotoğraflarından hatırlayacağınız bu köprü tıpkı Katedral ve Davut heykeli gibi Floransa’nın sembollerinden olmuş. Her yerde karşılaşacağınız türden değil. Yapıldığı dönemde üzerinde deri tabakhanelerinin olduğu fakat kötü koku yaydıkları gerekçesiyle taşınmaları sonrasında yerlerini mücevher ve el işçiliği dükkanlarına bırakan köprü, estetik ve işlevsel bir görüntüye kavuşmuş. II. Dünya Savaşı’ndaki Alman bombardımanından kurtulmuş tek köprü olan Vecchio’dan suyu bulanık Arno nehrine bakış ve üzerindeki sokak müzisyenlerini dinleyerek tezgâhlara göz atmak çok keyifli. Medici ailesinin Pitti sarayına geçmeleri için yaptırdıkları koridor daha sonradan üzerine eklenmiş. Turistlerin en çok fotoğrafladığı yerlerin başında gelen köprünün her açıdan görüntüsüne bayılacaksınız. Şarjınız bol, perspektifiniz geniş olsun. En güzel fotoğrafı çekene bir külah dondurma hediye… 🙂

Artık akşam oluyor. Bu yorgunluktan sonra güzel bir yemeği hak ettim.

Floransa deyince aklınıza sadece sanat ve müze gelmesin. Yemekleri de harika. Meşhur Floransa bifteği (Bistecca alla Fiorentina), inek midesi (Lampredotto), dondurma (Gelato), etrafındaki coğrafyanın nimetlerinden olan peynir ve mantarları tatmadan dönmek olmaz. Tabii yanında Toscana şarabı. Mercato Centrale denen tarihi pazar midesine düşkün olanları bekliyor. Öğlen yemeğinde Dante’nin evinin sokağındaki ünlü büfede Lampredotto yedim. Ayaküstü yapılan, şarap eşliğinde ekmek arası inek midesi değişik bir deneyimdi. Çok aç olduğum için gözüm bir şey görmedi fakat bir daha yemem. 🙁 Akşam için güzel bir restoranda yemek yemeye karar verdim. Bir önceki gelişimde “Trattoria Dall’Oste” restoranda ünlü Floransa bifteğinden yemiştim. Bu sefer “Da Pinnochio” restoranda peynir ve şarap yapıyorum.

Yorgun fakat keyifle yeni bir güne başlıyorum. Bugün işim biraz daha zor. Büyük ustalar beni bekliyorlar.

Uffizi Galerisi

1560 yılında I.Cosimo de Medici tarafından, şehrin yönetim ofislerini bir arada toplamak için ünlü mimar Vasari‘ye tasarlatılmış. Bir dönem halkın tepkisinden çekinen Medici’lerin kullanması için Uffizi’nin içinden başlayıp, Vecchio köprüsünün üzerinden geçerek Pitti Sarayına bağlanan bir koridor yapılmış ve adına “Vasari koridoru” denmiş. Bu koridor ve galerinin her köşesi paha biçilmez eserlerle dolu. Dünyadaki sayılı sanat müzelerinden biri olan Uffizi’de antik Yunan ve Roma heykellerinin de içinde olduğu bütün sanat eserleri Medici ailesinin koleksiyonu.

Floransa’da tek bir müzeye vakit ayıracaksanız bu Uffizi Galerisi olmalı. Detaylı bir ziyaret 1 tam gününüzü alabilir. Michelangelo, Boticelli, Leonardo Da Vinci, Rafaello, Caravaggio gibi döneminin ünlü sanatçılarının eserlerini bir arada görmek için sabah erkenden buraya gelmeli ve kuyruk beklememek için rezervasyonlu bilet almalısınız. 20 € ya kendinize bundan daha büyük bir hediye veremezsiniz. Paha biçilemeyen bu eserlerden hangi birini size göstereyim, bilemedim. Dünyaca bilinen ve değer taşıyanlardan bir seçki huzurunuzda…

Uffizi Galerisi, insanlığa bir armağan, Rönesans’a bir saygı duruşu, sanata adanmış bir mabettir. Bıraksalar, gece içinde uyurum, sabah da kimseye kapıları açmam. Bir ihtimal, Da Vinci’nin şifresini bilene ayrıcalık tanıyabilirim…

Uffizi’nin üst katındaki manzaralı kafeteryasında bir cappuccino molası verip, biraz mutluluk biraz hüzünle ayrılıyorum. Eğer siz burayı bütün gün gezmişseniz, güneşi Michelangelo tepesinde batırarak yorgunluk atabilirsiniz.

Michelangelo Tepesi

Floransa’nın tepeden görünüşü ve batan güneşin Arno nehrine yansıttığı renkler tüm turistleri buraya çekiyor. Fotoğraf makineleri veya telefonlar elde, basamaklarda oturup en güzel fotoyu çekmek için dakikaları sayıyorlar. Tam kızıl-turuncu renkler Vecchio köprüsünün altından göründüğünde alkış kopuyor ve şarap ile kutlama yapılıyor. Erken gidip güzel bir yer kapın ve Floransa’nın keyfini çıkarın. Güneş bulutun ardındaysa, şansınızı ertesi gün denersiniz.

Floransa ve Michelangelo ile vedalaşma vakti geliyor. Son günümde biraz hüzünlüyüm fakat kalan görevlerimi tamamlamam gerek.

Casa Buonarroti (Buonarroti Evi)

Floransa’ya son gelişimde dersimi çalışmıştım. Michelangelo‘nun hangi eseri, nerede, biliyordum. Görmek istediğim eserlerden bazıları, kendisinin mülk sahibi olduğu fakat hiç oturmadığı ve yeğenine miras kaldıktan sonra müze olarak kullanılan Casa Buonarroti’de sergileniyordu. Soyadı Buonarroti olduğu için müzeye bu isim verilmiş. Diğer büyük müzelere nazaran buraya sadece onun sevdalıları geliyor. Hatta iyi araştırma yapmayanlar burayı ve dolayısı ile ergen yaşlarında yaptığı eserleri görmeden gidiyorlar.

Günümüze kalan ilk eseri Madonna Merdivenleri (Madonna della Scala) ve ikinci eseri Sentorlar Savaşı (Battaglia dei Centauri) rölyefleri ve daha başka eserleri burada sergileniyor. Bu rölyefleri henüz 16 yaşında iken, Lorenzo de Medici‘nin himayesine girdiği dönemde yapmış. Özellikle Sentorlar Savaşı’nı, karşısındaki koltuğa oturup, dakikalarca hayran hayran seyrettim. Benden mutlusu yoktu.. 🙂

Bilinen ilk eseri olan fakat kayıp olduğu için günümüze ulaşamayan Faun Başı isimli heykelini 14 yaşında, Ghirlandaio‘nun atölyesinde yapıyor. Medici dizisinde bu heykeli yaptığı ve Lorenzo’nun heykele müdahale ettiği sahne çok güzel işlenmiş. Bunu yaparken tasvir edildiği bir heykel Casa Buonarroti’de sergileniyor.

Müzenin giriş katında Michelangelo‘nun yazdığı ve kendisine gönderilen mektuplardan oluşan güzel bir sergi var. Muhataplarının arasında Medici ailesinin ve Papa’nın da olduğu müthiş bir koleksiyon. Onun el yazısına bakmak beni tarifsiz bir ruh haline soktu. “Yok mu bana da iki satır bir şey” diye bakındım. Bir ayrıcalığı hak etmiyor muyum? Bu kadar yolu onun ayak izinde dolaşan Barkın‘a bir mesaj göndermez mi acaba?

İlle Yeşilçam filmine bağlayacaksın. Hadi var git yoluna be adam. Mezar ziyaretini yap, duanı et ve adamcağızı rahat bırakdediğinizi duyar gibiyim…

Kapıdan çıkarken bilet satıştaki hanımefendiye Michelangelo‘nun burada yaşayıp yaşamadığına dair ısrarlı sorular soruyorum. Yaşamadığını öğrenince biraz mahzun oluyorum. Hatta “koca Floransa’da oturduğu bir ev nasıl olmaz, nasıl bilinmez” diye söylenerek kapıya yöneliyorum. Herhalde hayal kırıklığımı çok belli etmişim ki arkamdan seslendi. “Pek kimse bilmez ama biraz ilerideki Santa Croce kilisesine arkanı ver. Tam karşısında bulunan sokakların birinde, bir apartmanda, yıllar önce bir yazının olduğunu hatırlıyorum. Halen duruyor mu bilmem? Büyük usta bir dönem orada oturmuş” dedi.

İşteeeeeee……..Beklenen mesaj geldi.

Arada cam olmasa kadının boynuna sarılacağım. Büyük bir heyecan ile müzeden ayrılıyorum. Siz benim Yeşilçam senaryosuna bağladığımı düşündünüz ama ben Google arama motorunda bile olmayan bir bilgiye ulaştım. İçime doğmuştu fakat bana inanmadınız. 🙂 Haydi buyrun, keşfetmesi benden, gidip görmesi sizden…

Dakikalarca sokakların birinden girip, diğerinden çıkıyorum. Tüm apartmanların duvarlarına bakıyorum fakat herhangi bir iz bulmak mümkün değil. Tam ümidi kesip, havlu atacakken, hatta neredeyse ağlayacakken kafamı bir kaldırdım. Issız bir sokağın köşesindeki bir apartmanın, yan duvarının, 1.katında belli belirsiz bir yazı var. Birinin bulması, görmesi pek mümkün değil. Yakınına gittiğimde “Caprese’de doğan Michelangelo Buonarroti’nin gençlik yıllarını yaşadığı yer” yazısını görüyorum. Ohhh… Çok şükür… Bulamasaydım uykularım kaçardı. 🙂

Az ötedeki Santa Croce Bazilikası’nın içinde Michelangelo’nun mezarı var. Ziyaret edeyim ve artık helalleşeyim istiyorum. Pazar ayininden dolayı biraz oyalanmam gerek. Yaşadığı evi bulmanın mutluluğunu bir kahve ve pasta ile kutlamak için en iyi adres Duomo meydanındaki Scudieri Pastanesi. Bir önceki gelişimde gittiğim Gilli Pastanesi de ünlü ve güzeldir.

Santa Croce Bazilikası

Katolik kilisesine bağlı Fransisken mezhebinin en büyük ibadethanesi sayılan bu kilisenin mimarı, aynı zamanda Floransa Katedrali’ni de tasarlayan Arnolfo di Cambio’dur. 1442 yılında açılan bazilikaya aynı zamanda İtalyan Övünç Tapınağı denmesinin sebebi içinde mezarları bulunan ünlü kişilerdir. Michelangelo’nun mezarını ziyaret etmek amacıyla, seyahatim öncesinde yaptığım araştırmalarda buranın değerini tam kestirememişim. İçini gezince ve duvara gömülü mezarları görünce ne denli önemli olduğunu anladım. Bazilika ile aynı adı taşıyan meydana bakacak şekilde Enrico Pazzi tarafından yapılan, Floransa’nın simge ismi ve edebiyat tarihinin en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilen İlahi Komedya’nın yazarı Dante Alighieri‘nin heykeli sizi karşılıyor. Tarih ve politika biliminin mimarı kabul edilen Machiavelli, büyük astronom ve matematikçi Galileo Galilei, opera bestecisi Rossini, radyonun mucidi Guglielmo Marconi, ilk modern tarihçi sayılabilecek Leonardo Bruni ve tabii ki Michelangelo Buonarroti‘nin mezarlarının yer aldığı bazilikada, büyük ozan ve siyasetçi Dante, hemşire Florence Nightingale ve daha pek çok kişi için anıtsal mezar yerleri yapılmış. Donatello, Giotto, Rossellino gibi büyük ustaların freskleri, mimari katkıları ve bazı eserleri de bazilikada yer almakta. Ünlü ve zengin ailelerin halktan ayrı ibadet etmek için yaptırdıkları şapeller görülmeye değer.

Dünya sanatına, tarihine, edebiyatına, siyasi hayatına, bilimine, mimarisine yaptıkları katkı ve verdikleri emek için hepsine şükran borçluyuz. Onlar sadece Floransa’nın değil, tüm dünyanın değerleridir.

Yukarıdaki fotoğrafta gülümsediğime bakmayın. Olsa olsa hedefe ulaşmanın verdiği bir gurur tebessümüdür. Esasında biraz buruk, biraz mahzundum. Değişik duygular içindeydim. Fazla içselleştirmenin yarattığı hüzün diyelim.

Bu dünyadan bir Michelangelo geçmiş. Bir söz var ya, “ne kadar yaşadığın değil, nasıl yaşadığın, hayata nereden baktığın önemli” diye. Derin bir iz bırakmak herkese nasip olmuyor. O, bu sözün hakkını vermiş biri.

Köpek derisinden çizmeleri ve sık yıkanmadığı için kokusundan kimsenin yanına yaklaşamadığı, agresif-depresif bir yapıya sahip, para ve şöhret sahibi olmasına rağmen “benim sevincim melankolidedir” diyen mutsuz bir karakter. Kendisini işine ve sanatına adayan, buna rağmen çoğu işini de yarım bırakan, 4 yıl boyunca yaptığı Sistine Şapeli’nin tavan freskleri yüzünden başını eğemeyen, gerçekçi figürler yaratmak için insan anatomisini öğrenmek adına kadavra kesen, kuru ekmek yiyerek karnını doyuran, Papa’ya bile küstah cevaplar verebilen farklı bir kişilik. O bir deha, bir sanatçının gelebileceği son nokta…

“Beni çizim yapmaya ve ressamlardan bir şeyler öğrenmeye çeken Tanrı’nın gücüne karşı koymam olanaksızdı.” Michelangelo Buonarroti

Artık, dünyanın en ünlü sanat eserlerinden biri kabul edilen, hatta heykel sanatında zirve denilen “Davut” heykelini sizlere göstermenin zamanı geldi. Yemeğin sonundaki tatlı misali, onu en sona bıraktım.

Gallerria dell’Academia – David ………(Akademi Galerisi – Davut)

2018 yılında yaptığım Floransa seyahatimde en büyük hayalim Davut’u görmekti. Heykelin birebir ölçülerdeki kopyası yukarıda anlattığım üzere Signoria Meydanı’nda. Hatta Michelangelo Tepesi’nde bile bir tane var. Fakat önemli olan, Galleria dell’Accademia’daki orijinalini görmek. Avrupa’daki çoğu büyük müze gibi burası da belli bir kontenjan ile hizmet verdiği için randevulu çalışıyor. Bu yüzden giriş biletlerini önceden almak gerekiyor. Sanırım 20 euro vermiştik.

Giriş bölümündeki müzik aletlerinin sergilendiği bölüm, Floransa‘nın sadece resim ve heykelle değil, müzikle de ne denli ilgili ve verimli olduğunu gösteriyor. Başta Medici‘ler olmak üzere, varlıklı ailelerin müzik gibi özel ve güzel bir sanat dalında da lokomotif olduklarını görmek beni şaşırtıyor. Bu konu ile ilk kez Akademi Galerisi’nde yüzleşiyorum. Cristofori tarafından yapılan ilk piyano, Stradivarius tarafından yapılan keman ve daha nice müzik aleti meraklılarını bekliyor.

Galerinin içinde Boticelli, Lippi gibi ressamların, Giambologna, Bartolini gibi heykeltıraşların eserlerinin sergilendiği koridorlar var. Davut‘u uzaktan gördüğünüz koridorda sağlı-sollu yarım kalmış Michelangelo heykelleri var.

İşte beklenen an geldi. Michelangelo hayranlığımı doruk noktasına çıkaran, bir sanatsever olmasına gerek kalmadan insanı büyüleyebilecek bu eşsiz heykel koridorun sonunda beni bekliyor. Uzaktan ona bakıyorum, o yan tarafa dönmüş. Golyat ile girişeceği mücadelenin öz güveni yüzünde belli oluyor fakat tevazuyu da kaybetmiyor. Göz teması kuramıyoruz ama kurmak için de pek çabalamıyorum. Hatta yanına yaklaşmak için ağır davranıyorum.

Neden biliyor musunuz? Büyü bozulacak, artık hedefim kalmayacak diye korkuyorum. İçimdeki o heyecan biraz daha sürsün, o kalp atışının hazzını doya doya yaşayayım istiyorum. Vuslat hem beni benden alıyor, hem de hüzün veriyor. Buyrun bakalım, Michelangelo melankolisi yine içime girdi. 🙁 Bu sağlıksız psikolojiyi hemen atmalı ve Davut’a kavuşmalıyım. Kulağıma biri fısıldıyor sanki. “Haydi Barkın…Git… Doya doya seyret… Ve keyfini sür”. Saniyeler içinde bir sütunun dibine oturuyorum ve gözlerimden yaş süzülüyor.

Büyük sanatkârın tek parça mermer bloktan, 1501-1504 yılları arasında yaptığı, 5.17 metre uzunluğundaki “Davut” hakkında teknik bilgiler yazarak sizi sıkmak istemiyorum. İsteyen Google amcaya sorabilir. Fakat bir heykeldeki kaslar, parmaklar, vücut hatları bu kadar mı kusursuz olabilir? Kaburgaları, damarları, derideki yapıları, tırnakları blok mermer parçasına nasıl işledin be adam? Bir kadavra ve ameliyat kameramanı olarak insan anatomisini az-çok biliyorum. Buna rağmen haddimi aşmak, hatta bilmişlik taslar gibi olmak istemiyorum. Yine de bu, Davut‘un canlanıp kaidesinden çıkacak gibi duruyor olmasını görmeme engel değil. Algılamaya çalışıyor, anlamaya uğraşıyorum. “Büyülenmek”, “kilitlenmek”, “far görmüş tavşan gibi kalmak” tabirlerinin hakkını veriyorum… 🙂

İçimden geçen duyguyu burada yazmazsam samimi davranmamış olurum. Yerde oturmuş, ağzım açık, bön bön heykele bakarken, dilimden şu cümleler döküldü. “Michelangelo denen adama bu hissiyatı, bu yeteneği, bu parmakları veren Ey Allah’ım… İnşallah cennetindedir

Çok bilgili ve ilgili bir sanatsever değilim. Bir turist gibi amatörce geziyor, görgümü ve bilgimi büyütmeye çalışıyorum. Gezi öncesi biraz araştırma yapsam da profesyonellikten uzak, naçizane bilgim kadarı ile yorumlamaya çalışıyorum. Onlarca müze, binlerce eser gördüm. Gözlerimin yerinden fırladığı, kalbimin çıkacakmış gibi attığı, kulaklarıma inanamadığım bir çok sanat eseri tarafından etkilendim. Da Vinci-Mona Lisa, Boticelli-Venüs’ün doğuşu, Louvre müzesindeki Mısır eserleri, Michelangelo-Madonna ve çocuk, Roma-Kolezyum, Viyana-St. Stephan kilisesi… Şu an aklıma gelmeyen her türden binlerce eser beni benden almışsa da hiç birinde “Davut”un yarattığı etki olmadı. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilemedim. Bir süre sonra kilit kırıldı ve şaşkın şaşkın dolanmaya, defalarca yaklaşıp-uzaklaşmaya başladım. Şimdi yazarken bile tansiyonum oynuyor. Bu satırları okuyan herkes için “Davut’u görmek nasip olsun” diye dua ediyorum.

İtalyanın 20 bölgesinden biri olan Toscana’nın başkenti Floransa’ya, bir dahaki sefere Pitti Sarayı ve Barcello Ulusal Müzesini gezmek üzere veda ediyorum. Kalbimi ve aklımı bırakarak…

Şunu söylemeliyim ki “Bir sanat müzesinin şehirleşmiş hali” olarak nitelendirebileceğim Floransa, 2-3 günlük bir ziyarette bitirilecek gibi değil. Ya bir kaç kere gelecek ya da gelip 10 gün kalacaksınız. 10 gün boyunca ayaklarınızın zonklaması demek olan bu gezide, sadece bir sarayı gezmek 1 gün sürecek ve akşamına yattığınız yeri bilemeyeceksiniz. Şahsen ben 3 ayrı seyahatte Floransa’yı daha bitiremedim. 😊

Biraz da yolculuk detaylarından bahsetmek istiyorum.

Floransa’ya gitmek için Roma uzak, Venedik anlamsız, Piza en yakını fakat pahalı. Mesafe ve ucuz bilet açısından en uygun yer Bologna. Sıkı durun…! Son seyahatimde Pegasus ile Bologna’ya gidiş-dönüş 406 liraya uçtum. Uygun tarih aralığında ucuz fiyatlar bulmak mümkün olabiliyor. Gitmeden önceki planım Bologna’ya uçup, oradan trenle Floransa’ya geçmekti. Hem de güzel bir Toscana yolculuğu yapmış olurum diye düşündüm. Gelin görün ki Bologna havaalanının kapısından Floransa’ya otobüs kalktığını öğrendim. Bu sayede valizleriniz ile havaalanından tren garına gitmek için vakit ve para kaybetmemiş, tren saatini yakalamak için koşturmamış oluyorsunuz. Kapıdan çık, otobüse otur. Keyif buna denir.

Otobüsün kapısında 25 euro olan bilet, havaalanının içindeki ofiste 20 euro. Trenden daha ekonomik ve konforlu. 1 saat 25 dakika süren yolculuk sonunda Floransa Tren Garı’nın yanında indiriyor. Otelimi buraya yakın bir yerden seçtiğim için yürümekte zorlanmadan eşyalarımı otele bırakıp, kendimi sokağa attım. Yazının başında da belirttiğim gibi uçaktan indikten 2 saat sonra Medici Şapeli’nde dua ediyordum. Sırt çantası ile olmanın ve araştırma yapmanın faydaları.

Bir kaç güzel fotoğraf ile Floransa’ya selam gönderelim.