Salonunun ortasında dönüp duruyorsam, kriz gelmiş demektir. Uzun bir bayram tatili yaklaşıyordu ve ben her zamanki gibi “ah, şöyle güzel bir yerlere gitsem” diyerek çakralarımı açmaya çalışıyordum. Öyle yürekten istemişim ki telefonum çaldı. “Bayramı fırsat bilip, araba ile küçük bir Avrupa turu yapalım mı?” diyen birine hayır denilir mi? “Baba-oğul bir tatilimiz olsun” diyerek düştük yollara.

Önce Yunanistan, oradan gemiyle İtalya, Avusturya, Slovenya, Hırvatistan üzerinden Bosna-Hersek, Makedonya ve Yunanistan‘dan geriye dönüş. Ayrı bir yazıda anlatılmayı hak edecek güzellikte bir seyahatti. Özellikle İtalya turu harikaydı. Kılavuzluğu, araba ile yolculukta çok tecrübeli olan arkadaşıma bırakmıştım ama özellikle görmek istediğim bir yer vardı.

2013 yılının gazete haberlerinde Galatasaray futbol takımının burada kamp yaptığını okumuş ve araştırma yapmıştım. Fotoğraflarına bakınca “burayı muhakkak görmeliyim” demiştim. Nihayet kısmet ayağıma gelmişti. Ne bileyim bu kadar seveceğimi? Benim gibi özledikçe oraya gitmeyi görev sayan Bedri kardeşime selam olsun diyerek, görmeme vesile olduğu Slovenya’yı ve Bled’i anlatmaya çalışayım.

SLOVENYA

Yugoslavya‘nın bölünmesi ile oluşan 7 ülkeden biri olan Slovenya, 1991 yılında bağımsızlığını ilan eden ilk ülkedir. Çoğunlukla, Çekoslovakya‘nın bölünmesi sonucunda kurulan Slovakya ile karıştırılan, 2017’de Avrupa Basketbol şampiyonu olmaları ve Trump’ın eşi Melania sayesinde hafızalarımızda yer alan Slovenya, biraz kenarda kalmış, çok bilgi sahibi olmadığımız bir ülke.

Sebebi şu ki ne İtalya kadar uzak, ne de Makedonya kadar yakın. İstanbul’dan araba ile 1500 kilometrelik mesafede. Yani “ha” deyince gidilecek bir yol değil. Uçağa binip bir yere gidilecekse, elinde Shengen vizesi olan herkes Avrupa’yı gezmeye İtalya‘dan başlamak istiyor.

Bunun için haklı sebepleri olabilir. Çünkü İtalya başka bir dünyadır. Ancak rutin ve klasik turları sevmeyenler için Slovenya iyi bir seçenek. Yaşam ve alışveriş, diğer Avrupa Birliği ülkelerinden daha hesaplı.

Yemyeşil doğası, kısa da olsa Adriyatik denizine açılan masmavi kıyıları, huzurlu ve olaysız geçen yaşamları ile özenilecek bir ülke olan Slovenya, benim gözümde küçük bir Avusturya gibi. Onlardan farkları, köy hayatının biraz daha ağır basması ve tabii ki imparatorluk kültüründe olmamaları.

Yani lüks ve gösteriş içinde bir hayatları yok. İtalya‘nın ünlü Venedik şehrine 1,5 saat, Trieste şehrine sadece 15 dakika mesafede. Bled‘den 25 dakika sonra Avusturya’dasınız. Kara yolunu kullandığınızda çok kısa süreler içinde Avrupa’nın göbeğine ulaşabiliyorsunuz.

Sonuç olarak, tatil veya gezi planı yaparken aradığınız şey, huzurlu ve yemyeşil bir doğada, nispeten daha ekonomik bir tatil ise, ülke olarak Slovenya, başkenti Ljubliana, deniz kıyısındaki Piran, Koper,  ülkenin ikinci büyük şehri Maribor ve tabii ki Bled muhakkak listenizin üst sıralarında olmalı.

 

BLED

Avrupa’da görülmesi gereken köyler listesinin başlarında olan Bled, ismini aldığı göl ve  etrafındaki köyleri ile eşsiz güzellikler sunmakta. Böyle bir doğa harikası tabii ki Unesco dünya mirası koruma listesinde.

Buzulların erimesi ile oluşmuş Bled gölü, fotoğraf meraklılarına güzel kareler sağlayan doğası, ortasındaki estetik harikası ada, etrafındaki yürüyüş yolu, gölde yapılan sportif aktiviteler, çevresine dizilmiş olan butik oteller ile kendinizi huzurlu bir tatilin kollarına atacağınız güzellikte.

Kuş sesleri ile uyanmak, kuğularla dolu zümrüt rengi bir gölü seyretmek, sık ormanın içinde yürümek, gölün etrafında bisiklet turu yapmak, maalesef biz İstanbullular için artık hayal gibi bir şey. Anlayacağınız, kendimi kaybetmem için yeterince doğal sebep Bled‘de mevcut.

 

Bled‘e iki kere araba ile, iki kere de uçakla gittim. Başkent Ljubliana‘ya direk uçup, araba kiraladım. Havaalanından Bled‘e her saat otobüs seferi var fakat doya doya gezmek, sevimli köylerin arasında dolaşmak, hatta diğer şehirlere de uzanmak için en ideali araba kiralamak. Araçla dere-tepe gezmek, özgürlük ve rahatlık demek. Yollar çok düzgün ve sorunsuz. Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinden farkı yok.

Havaalanından çıkar çıkmaz karşısındaki kiralama ofislerinden, günlüğü 100 lira civarına son model bir araç kiralanabiliyor. Aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi bagaja dolduracağınız market alışverişi ile her an mola verip, yeşillikler içinde keyif yapabilirsiniz.

 

Bu kadar sessizliğin ve huzurun olduğu bir yerde çılgın geceler yaşamak tabii ki mümkün değil. Restoran ve kafelerde ölçülü bir davranış var. İnsanlar geliyor, güzel menüler sipariş ediyor, şarap veya biralarını içiyor, sohbetlerini yapıp otellerine gidiyorlar.

Almanların çılgın bira partileri burada söz konusu değil. Zaten huzurlu bir tatil dememin sebebi de bu. Sizi çileden çıkaracak bir sebebi Slovenya‘nın herhangi bir yerinde bulmanız pek olağan değil.

Gölün ortasındaki estetik harikası adanın fotoğrafını çekmeye doyamayacak, her açıdan farklı kareler yakalayacaksınız. Her mevsimde, her hava koşulunda, her ışıkta ayrı bir güzelliği var. Pletna dedikleri motorsuz kayıklarla gidilen bu adada bir kilise ve turistik eşyalar satan bir kafeterya var.

Gölün suyunu içilecek kadar berrak tutmak için kayıklarda kürek kullanılıyor. İskeleden başlayan 99 basamaklı merdivende, damatlar gelinleri kucağında çıkarıyor ve bir ömür mutlu olacaklarına inanıyorlar.

 

Yugoslav kültüründen gelen hamur işleri harika. Fakat kendilerine özel bir tatlıları var ki yemeden gelmeyin. Kremna Rezina denilen, içi kremalı, dışı milföy hamurundan yapılmış tatlıyı yedikçe yiyesiniz gelir. Ben Hitri Kruhek isimli pastaneyi tavsiye ediyorum. Ancak her yerde çok güzel yapılıyor. Kahve ile birlikte bu tatlıyı yerken, hele bir de gölün ortasındaki adayı seyrediyorsanız keyfinize diyecek yoktur. Orada biraz kalın ve tadını çıkarın.

Merkezdeki Mercator isimli marketten ucuz şaraplar ve peynirler alabilirsiniz. Kaldığınız otelin balkonunda veya göle bakan bir bankta, benim vazgeçilmez cephanelerimden olan kahvaltılık sos ve patates cipsi ile birlikte şarap-peynir keyfi yapın ve beni hatırlayın.

Göle kuş bakışı bakmak ve çekeceğiniz fotoğrafların en güzelini yakalamak için Bled Kalesi’ne çıkmalısınız. Slovenya şaraplarından tadabilir, içindeki tarihi matbaadan adınıza yazılmış hatıra sertifikası alabilir ve turistler için yapılan tiyatral gösteriye denk gelebilirsiniz.

 

Gölün etrafında bisiklet turu yapmadan dönmeyin. Hava şartları nasıl olursa olsun muhakkak bu keyfi yaşayın. Kaldığınız otelden veya merkezdeki bir ofisten kiralayacağınız bisiklet ile eğlenceli ve huzurlu saatler geçireceğinizden şüpheniz olmasın.

Konaklama için gölün çevresindeki butik oteller harika bir seçenek sunuyor. Fiyatları, merkezdeki ve yakın köylerdeki otellere nazaran daha pahalı. Eğer keyfinizi düşünerek bütçenizde bir para ayırdıysanız buna değecektir.

Odanızın balkonunda, elinizde şarap veya kahve olsun, gölü seyrediyor ve ruhunuzu dinlendiriyorsanız muhtemelen tatilinizi 1 gün daha uzatmak için planlar yapıyor olacaksınız.

 

Altınızda kiralık araba varsa civardaki köylere gidin ve onların yaşamlarına ortak olun. Çiçeklerle donanmış balkonlar, ahşap dekore edilmiş iki katlı evler, sakin ve sessiz yaşamları sizi bol bol düşünmeye sevk edecek. Köpekleri ile oynaşırken, bahçelerini temizlerken ve kışlık odunlarını dizerken, onları hayran hayran seyredip “ne işim var benim İstanbul’da” diye çok söylenmişliğim vardır.

 

LJUBLIANA

Ben çok seviyorum bu başkenti. İçinden geçen Ljubljanica nehrinin etrafına dizilmiş cafe-bar ve restoranları, başkent olmasına rağmen tüm ülkedeki huzurlu yaşamı yansıtıyor olması ve pazar günleri nehir kenarına kurulan eskici pazarı benim çok ilgimi çekiyor.

Şehrin simgesi olan Ejderha Köprüsü gibi bir kaç yaya köprüsü ile nehir kıyısında bir sağ, bir sol yakaya geçerek güzel kahveler içebilir, leziz pizzalar yiyebilirsiniz. Şehir genellikle nehir kenarında yaşanıyor. Nispeten daha yeni binaların veya Yugoslavya’dan kalma doğu bloku binalarının olduğu yeni şehir bölümü, bir turist için pek bir anlam ifade etmiyor.

Bu bölgelerin birinde bulunan Metelkova, yıllarca askeri kışla olarak kullanılmış ve ülkenin bağımsızlığını ilan etmesinden sonra, ırkçılık karşıtı özgürlük tutkunlarının işgali ile özerk bir statüye kavuşmuş.

Duvar resimleri, sanatsal faaliyetler, gece kulüpleri ve tabii doyasıya özgürlük yaşanan bir mahalleye dönüşmüş. Felekten bir gece çalmak için tavsiye edilir. Sınırlar yok, özgürlük çok…!

Şehrin kalbi sayılan Presernov meydanından füniküler ile Ljubliana Kalesi’ne çıkabilir veya birkaç sokak arkadaki Tivoli Park’ta yeşilin ve huzurun tadını çıkarabilirsiniz.

Bu meydanda turlarken, Fransisken Kilisesi önündeki müzisyenler veya ressamlar sizi oyalayacaktır. Tromostovje köprüsünden geçerek köşedeki Lolita pastanesine girip benim yerime çilekli pastalar yiyin ve bir kahve için. Keyif neymiş, lezzet neymiş göreceksiniz. Eğer karnınız açsa nehrin karşı kıyısına geçip Ljubljanski Dvor’da kendinizi harika bir pizza ile ödüllendirin.

Bu şehir için 2 gün yeter. Mesela Perşembe-Pazar tatilinde, Perşembe ve Cuma akşamları Bled‘de kalıp, cumartesi Ljubliana‘ya gelip, gündüz turlayıp, akşam nehir kenarındaki barlarda eğlenebilir, sabah eskici pazarında dolanıp, güzel bir öğle yemeği sonrası hava alanının yolunu tutabilirsiniz.

PİRAN – KOPER

Avrupa’da medeniyetin, lüksün ve tarihin olduğu bir çok şehirde (Paris, Viyana, Milano, Berlin, Madrid, Prag) veya ülkede  (Macaristan, Avusturya, İsviçre, Lüksemburg) deniz yok.

İskandinav ülkeleri, Almanya, Polonya, hatta İngiltere gibi ülkelerde ise deniz var fakat suları soğuk. Tertemiz göl veya nehirlerde yüzebilseler bile deniz ve güneş keyfi bir başka oluyor.

Bir Orta Avrupa ülkesi olan Slovenya, bölünmeden sonra Adriyatik denizine açılan bir kıyıya sahip olarak, Akdeniz’in sıcak suları ile buluşabilmiş. İtalya ve Hırvatistan arasındaki bu küçük sahil şeridi sayesinde deniz ticaretine de kavuşmuş.

İşte bu kıyıdaki Piran, Koper, Portoroz ve İzola hem deniz-güneş keyfi için hem de masmavi sularda Akdeniz’in nimetlerinden faydalanarak, deniz ürünlü yemekler yiyebilmek için idealdir.

Dakikalar içinde İtalya‘da veya Hırvatistan‘ın ünlü Dalmaçya kıyılarında olabilirsiniz. Kuzeyi  Alp dağlarının serinliği ile üşüyen Slovenya‘nın, güneyindeki Akdeniz sıcaklığını mutlaka görmelisiniz. Bu şirin tatil kasabalarını çok seveceksiniz.

 

Yazımıza son noktayı koymadan önce bir özet geçelim. Avrupa’da farklı bir ülke göreyim diyenlere ve bu farklılığı daha çok huzur ve dinlenmeden yana kullanmak isteyenlere Slovenya‘yı ve Bled‘i öneriyorum. Como, Garda, Hallstatt, Ohrid ve en son Cenevre-Le Mans gölünü de görmüş biri olarak Bled gölünü ayrı bir yere koyuyorum.

Şu Corona günlerinden dolayı 2020 yılı hepimiz için bitmiş durumda. Bu pandemiden sadece bizim gibi gezi hastaları değil, herkes çok sıkıldı ve bunaldı. Hayırlısı ile aşı bulunup 2021 yılı kurtulsun ve kendinizi böyle güzel bir göl tatili ile ödüllendirin. Bu kadar ev hapsinden sonra Corona’nın intikamı ancak gezerek alınır.